Makalelerin iceriginden, editörlügümüz veya dernegimiz sorumlu degildir.

Dienstag, April 22, 2008

Oktay Ekşi / Hürriyet

CHP Kurultayı toplanıyor

SON milletvekili genel seçiminden beri yapılması beklenen 32’nci CHP Olağan Kurultayı nihayet bu hafta sonunda toplanıyor. Gerçi Kurultay’ın en kritik kararı olan "Genel Başkan seçimi" konusunda çok fazla merak yok. Genel Başkanlığa adaylığını koyacağı geçen eylülden beri bilinen Samsun milletvekili Prof. Dr. Haluk Koç’un bugüne kadar 66 ili gezdiği, 1250 küsur delegeden 700’ü ile bire bir görüştüğü biliniyor.

Aday olmaya niyetli öteki isimler de elbet gayretle çalışıyorlardır.

Lakin CHP’de Genel Başkanlığa aday gösterilmek, deveye hendek atlatmaktan zor bir süreçtir.

Bilindiği gibi, Deniz Baykal, 24 Ekim 2003 tarihli 30’uncu Olağan Kurultay’da parti tüzüğünü değiştirtti. İlçe Başkanı, İl Başkanı veya Genel Başkan olmak isteyenlerin, o kongre delegelerinin en az yüzde 20’sinin imzasını taşıyan öneriyle aday olabileceği hükmünü getirdi.

Bir kimsenin Genel Başkanlığa resmen aday olabilmesi için bu kadar imzalı öneri de yetmiyor. Öneri altına imza atanlar Kurultay Başkanlık Divanı önünde "Ben -örneğin- Haluk Koç’un aday olması için imzamı veriyorum" dercesine arz-ı endam edip, oradaki görevli önünde imzalarını atacaklar. Böylece mevcut Genel Başkan ile mevcut parti yönetimi, kimin kendilerine karşıt olduğunu görüp onları mimleme ve bir gün sonra yapılacak Parti Meclisi, Yüksek Disiplin Kurulu ve Denetleme Kurulu seçimlerinde aday göstermeme olanağı bulacak.

Rakamla ifade etmek gerekirse, örneğin Haluk Koç’un resmen aday olabilmesi için en az 253 delegenin Genel Başkan’ın gözünün içine baka baka -bir başka ifadeyle gelecek Mart’ta yapılacak yerel yönetim seçimlerinde aday gösterilmeme riskini üstlenerek- "Haluk Koç’u destekliyorum" diyecek.

Gördüğünüz gibi -dilimiz faşizan demeye varmıyor ama biz demesek de birileri der- akıl almayacak kadar antidemokratik bir hükme göre seçim yapılacak. Parti delegelerini elinde tutan Deniz Baykal da, fiilen tek başına gireceği yarıştan böylece büyük bir başarıyla çıkacak.

Bunun adı "seçim" değildir. Açık konuşacaksak bunun adı tek kelimeyle "ayıp"tır.

Böyle bir yarışma anlayışı, ayıp olması dışında Deniz Baykal’a hiç de yakışmamaktadır.

Birinci nokta bu...

İkincisi bu Kurultay’ın aslında çok gecikerek toplandığı gerçeğidir.

Anımsanacağı gibi 22 Temmuz 2007 seçimi ardından CHP Parti Meclisi üyelerinden muhalif bir grup Olağanüstü Kurultay’ın hemen toplanmasını, seçim yenilgisinin sebeplerini incelemesini ve ne yapıp da bir sonraki seçimde yenilgiye uğramaktan kurtulmak mümkündür sorusunun görüşülmesini istedi. Deniz Baykal bu talepleri Parti Meclisi’nde boğdu. Boğarken de "Bu konuyu uzmanlara -veya uzmanlaşmış bir komisyona- havale etmeyi, onların getireceği rapor üzerinde görüşme yapılmasını" önerdi. Ama sonra ne komisyondan haber geldi ne de uzmanlardan...

Kısaca hem Parti Meclisi uyutulmuş oldu hem de parti kamuoyu...

Böyle bir zihniyetle yönetilen CHP’nin Kurultay’ından bir şey ummak mümkün ise... Buyurun, işte orada Kurultay toplanıyor. Gidin izleyin. Eğer "parti içi demokrasi"nin kırıntısını bulabilirseniz bizi de haberdar edin.

Dienstag, April 15, 2008

M.Ali Birand / Hürriyet

AKP kapanırsa, AB ile müzakereler askıya alınır

Şimdiden hazırlıklı olmamız gerekir. Eğer Anayasa Mahkemesi AKP’yi kapatırsa, Türkiye ile müzakerelerin devam ettirilmesi imkansızlaşacaktır. Avrupa Parlamentosu harekete geçecek ve siyasi dayanışma adına, görüşmelerin askıya alınmasını isteyecek. İşin kötüsü, ilerde yeniden başlamak için oybirliği gerekeceği için Türkiye çok zarar görecek.

Senaryo şimdiden hazırlanmaya başladı.

Üstelik, Türkiye’nin din devletine dönüşmesine yardımcı olmak veya şeriat gelsin de, tam üyelikten vazgeçsinler gibi, çarpık bir düşünceyle harekete geçilmiyor. Biz beğenelim veya beğenmeyelim, kabul edelim veya etmeyelim, AKP’nin gizli bir gündemi olduğuna inanılmıyor. Seçimlerde yüzde 47 oy almış bir siyasi partinin bu kadar kolay kapatılmasının demokrasiyle bağdaşmadığına inanılıyor.

Avrupa kamuoyundaki genel izlenim, AKP’ye karşı bir yargı darbesi hazırlandığı şeklinde.



AKP’nin kapatılma davası, Türkiye’nin Avrupa ile ilişkilerini temelinden etkileyecek.

Senaryonun nasıl işleyeceğini anlatayım...

Anayasa Mahkemesi AKP’nin kapatılmasına ve lider kadrosuna siyaset yasağı getirmesi durumunda ilk tepki Avrupa Parlamentosu’ndan çıkacak.

Avrupalı parlamenterler, büyük oranda parlamenter dayanışması adına, diğer bir bölümü de art niyetle harekete geçecek. Kararı basit çoğunlukla alacakları için kolayca çıkacaktır. Parlamento, AB Konseyi’nin “Türkiye ile katılma müzakerelerinin askıya almasını” talep edecek.

Nitekim önümüzdeki 21 Nisan günü, Avrupa Parlamentosu Dışişleri Komisyonu’nun Strasburg’daki toplantısında bu konu ele alınacak ve hazırlıklar başlayacak.

Parlamento’nun bu olası kararı üzerine, AB Komisyonu da zorunlu olarak Türkiye ile müzakerelerin gidişini ele almak zorunda kalacak. Hatta Komisyon, daha parlamento harekete geçmeden dahi, Konsey’e aynı yolda bir talepte bulunabilecek. Bunun için de, Komisyon’un 9 üyesinin öneriyi desteklemesi yetecek.

Son sözü AB Konseyi söyleyecek.

Olli Rehn’e bu konuyu özellikle sordum. Merakım, hangi ülkelerin nasıl hareket edebilecekleriydi. Tahminim, özellikle Fransa, Almanya ve Avusturya gibi ülkelerin bu fırsatı kaçırmayacakları şeklindeydi.

Tam aksine bir durumla karşı karşıya kalınabilir” dedi.

Rehn’e göre, AKP’nin kapanmasına asıl tepki, Türkiye’ye destek veren ülkelerden çıkacak. TÜRKİYE’ye HAYIR cephesinin sessiz kalmayı tercih edeceğini söyledi.

...Gerekçeleri de, AB demokrasisinde, şiddeti teşvik etmeyen, seçimde yüzde 47 oy almış ve ülkeyi 5 yıldır yöneten bir partinin, tamamen demeçlere dayanan gerekçelerle kapatılmasını kimse savunamaz. Biz de, Komisyon olarak savunamayız...”dedi.

Peki sonra ne olacak ?

Türkiye ile müzakerelerin askıya alınması için 27 üye ülkenin üçte ikisi, yani 18’inin EVET oyu kullanması gerekiyor. 18 oy bulunabilir mi, henüz kesin değil. Ancak küçümsenemeyecek bir olasılık.

Asıl bundan sonrası çok önemli.

Müzakereler bir defa askıya alındıktan sonra, aradan zaman geçer ve müzakerelere yeniden başlanması gündeme geldiğinde kıyamet kopacaktır. Zira o zaman, Türkiye ile tekrar katılım müzakerelerinin başlaması kararı için oy birliği gerekiyor.

Yani, hemen her ülkenin Türkiye’ye bir fatura çıkarması için yeniden bir zemin doğacaktır.

Kıbrıs sorunundan Ermeni soykırım iddialarına, Kürt sorunundan asker-sivil ilişkilerine kadar, hemen her konuda ödün istenecek ve uzlaşı aranacaktır.

Türkiye de büyük olasılıkla bunlara sırt çevirecektir.

Özetlemek gerekirse, Türkiye ile müzakereler bir defa kesilir veya askıya alınırsa, bunların tekrar başlaması, 27 ülkenin tekrar onayının alınması, imkansız denecek kadar güçtür. Bir daha 12 Aralık 2005 günündeki ortam veya oy dağılımı bulunamayacak, Türkiye’nin AB‘ye katılım süreci büyük olasılıkla bitecektir.

Böyle bir senaryo, Türkiye’deki ulusalcı çevrelerin ve MHP ile CHP’nin belki işine gelebilir, ancak ortaya çıkacak olan ekonomik ve politik depremi bu ülkenin kaldırması hiç kolay olmayacaktır.

Şimdiden hazırlıklı olmakta yarar var.

Bu ülkeyi biraz seviyorsak, tartışmaları başka bir platforma taşımalı ve çözüm aramalıyız. Avrupa çapasını böylesine hoyratça koparmaya hiçbirimizin hakkı yoktur.

Rauf Tamer / Bugün

Ne fark eder?

Koskoca 301’i getirdik, buraya kilitledik.

Halbuki kanun maddesi neyi engelleyebilir? Biz hergün sabahtan akşama kadar Türklüğe zaten hakaret etmekteyiz.

***

İşte... Barış Elçisi İtalyan’ı öldüren o herif, Türklüğe en büyük hakareti etmiştir.

Hakaret dediğiniz nedir ki?

30 bin Kürt, 1 milyon Ermeni öldürdüğümüzü söylemek, bizi bundan daha fazla rezil etmez ki...

Hrant Dink’i katlederek de rezil olmadık mı?

Rahip’e sıkılan kurşun da şöhretimize şöhret katmadı mı?

Şimdi geriye doğru saymaya başlarsak, taa Papa Suikastı’na kadar varır bu iş.

***

Yâni, Türk Milleti’ne hakaret ille sözlü ve yazılı mı olmalı?

Bıçak, tabanca, bazen top-tüfek, bazen darbe, bazen de tâciz ve tecavüz, aynı işi, hattâ daha alâsını görmüyor mu?

Bizdeki suç işleme özgürlüğü, ifade özgürlüğünü sollayıp geçmiştir.

Dünyadan olumlu puan alabilmek için verdiğimiz yılları, kaç kere 5 dakikada kaybettiğimizi unutmayın.

- Vay, hakaret ha...

Evet, hakaret.

Taşlarla sopalarla girişilen sokak kavgaları ve de dünyaya yansıyan görüntüleri, Türk Milleti’ne en büyük hakaret.

Hâle bakın.

1 Mayıs’ı hâlâ Taksim’de kutlamak için ısrar edenler var. 16.04.08