Makalelerin iceriginden, editörlügümüz veya dernegimiz sorumlu degildir.

Dienstag, Dezember 05, 2006

Mehmet Ali Birand / Hürriyet

Türkiye Avrupa’ya, bir kaç numara büyük geldi…

Brüksel’de inanılmaz bir pazarlık yaşanıyor. Türkiye projesini toprağın en derinlerine gömmek isteyenlerle, nefes alma imkanı vermek isteyenler kıyasıya savaşıyorlar. Bakın kim hangi cephede pozisyon alıyor ve ne öneriyor?

Avrupa Birliği Türkiye’den rahatsız oldu. Büyüklüğü ve içeri girdiği zaman dengeleri alt üst etme olasılığından korktu ve müzakerelerin yavaşlatılması konusunda, üyeler arasında bir uzlaşı doğdu.

Kimi, tamamen kendi iç politikalarındaki çalkantılardan, kimi tamamen farklı nedenlerle, tam üyelik müzakereleri daha doğru dürüst başlatılamadan, “nefes alma” ihtiyacı duydular. Bunu gerçekleştirebilmek için de bir bahane gerekiyordu ve uluslararası kamuoylarına en kolay anlatılabilinecek veya haklılık payının yüksek olduğuna inandırılabilinecek konu Kıbrıs idi. Kıbrıs’ı bahane olarak seçtiler. Papadopulos şanslıymış, hiçbir şey yapmadan, hiç hakketmediği şekilde kazançlı çıktı. İlerde, bugün onu omuzlarında taşıyanlar, başka gerekçelerle cenazesini de taşıyacaklar, ancak biraz zaman geçmesi gerekecek.

Bugün yaşanan durumu şöyle özetleyebilirim:

Türkiye Avrupa’ya, bir kaç numara büyük geldi.

Hani, bir elbise veya ayakkabı denersiniz, üstünüze geçirdiğiniz anda hissedersiniz. Çok büyüktür. İşte aynen böyle bir durumla karşı karşıyayız.

Yaşananların Türk dostluğu veya Türk düşmanlığı ile hiçbir ilgisi yok.

Avrupalı siyasiler, bizim politikacılarımızdan farksızlar. Günü gününe yaşıyorlar. Uzun vadeli düşünmüyorlar. Vizyonları yok. 10-15 yıl sonrasındaki kazançlar onları ilgilendirmiyor. Onlar da, bizimkiler gibi bu yılki veya iki yıl sonraki seçimleri düşünüyorlar. Nasıl Kıbrıs umurlarında değilse, uzun vadeli çıkarlarını da hesaplamıyorlar. Yarın işlerine geldiğinde göreceksiniz, Papadopulos’u bırakıp, Türkiye’yi omuzlarında taşıyacaklardır.

Şu yaşadıklarımız, tipik Uluslararası bir dengeler ve pazarlıklar oynudur. Kişiselleştirmeyelim ve dost-düşman komplekslerine girmeyelim.

Şimdi gelelim bugünkü duruma…

İKİ AYRI CEPHE OLUŞTU VE KILIÇLAR ÇEKİLDİ…

HAYIR CEPHESİ: Fransa, Almanya, Avusturya, Hollanda, Danimarka, Kıbrıs ve Yunanistan’ın başı çektiği bu grup 11-12 Aralık Dışişleri Bakanları toplantısında, Avrupa Komisyonu’nun tavsiye kararının ağırlaştırılmasını istiyor:


1. Askıya alınan bölüm sayısını 8’den 10’a çıkarılması.
2. 18 ay süre tanınması ve bu süre sonunda Türkiye limanları açmamışsa, askıya alınan bölüm sayısının daha da arttırılması.
3. Kıbrıs’ta çözüm için BM’nin harekete geçirilmesi tavsiyesinden vaz geçilmesi.

Bu değişikliklere bakınca, AB Komisyonu tavsiyelerinin sanıldığı kadar kötü ve kısıtlayıcı olmadığı anlaşılıyor. Bundan dolayı da, ne yapıp edip Avrupa Komisyonu önerilerinin değişmemesi, bırakın hafifletilmesini, daha da ağırlaştırılmadan kurtarılması, Türkiye’nin çıkarlarına daha uygun düşüyor. Hükümet hafifletme istiyor. Gayet tabii isteyecek. Ancak bizler bilelim ki, ehven-i-şer, Komisyon’un tavsiyeleridir.

EVET CEPHESİ: İngiltere, İspanya ve İtalya’nın başını çektiği bir başka grup ise, Türkiye’ye kesilen cezanın hafifletilmesi için mücadele ediyor. AB toplantılarında bir kararın alınabilmesi uzlaşıya bağlı. Birinin HAYIR demesi, kararı bloke edebiliyor. EVET’çilerin en büyük avantajları da bu. Kararı bloke edebilecekler, ancak karar alınamaması Türkiye açısından avantaj yaratmıyor. Zira böyle bir olasılıkta, Kıbrıs herşeyi bloke edeceğinden dolayı, müzakereler fiilen donacak.

Özetle, HAYIR’cılar Türkiye ile müzakereleri mümkün olduğu kadar derine gömmeye çalışıyorlar. Hiç değilse birkaç yıl boyunca, Türkiye konusunun tekrar gündemlerine gelmemesini sağlamak istiyorlar. EVET’çiler ise, tam aksine Türkiye’yi mümkün olduğu kadar toprağa yakın tutmak istiyorlar ki, konjonktür değişir değişmez hızla hareketlenilebilsin.

Avrupa birşeyi unutuyor: Türkiye’nin Avrupalılığına onlar karar veremeyecekler. Ona bizler karar vereceğiz. Türkiye’den kurtulamayacaklar.




Keine Kommentare: